Kadere iman

Written by


Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. O'na hamdeder ve Ondan yardım dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. O kimi doğru yola yöneltirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu doğru yola yönetecek yoktur. Sözün bundan sonrası;



Kaderin mertebeleri.

Müslüman, kaza ve kadere olan imanı gerçekleştire bilmesi için aşağıda zikredeceğimiz (kadere imanın) 4 mertebe(si)ni bilmesi ve buna iman etmesi gerek.

 Müslüman bir kimsenin kadere, hayrıyla şerriyle iman etmesi gerek. Kadere iman konusunda bu 4 mertebeye yakînî bir şekilde gereği gibi iman ederse, vasat bir yol izlemiş olur ve Ehl-î Sünnet çizgisinden sapmamış olur.

Kadere iman mertebesinin birinci kısmı: İlm - Yani Allah'ın (c.c.) ezeli ilmi ile yarattıklarının ne yapacağını bilmesine iman etmektir. Allah'tan (c.c.) hiçbir şey gizli kalmaz. Var olacak birşey var olmadan da önce Allah'ın ezeli ilminde idi. Allah onu ilmi ile kuşatmıştı.

Allâhu Teâlâ meâlen Kitab'ında şöyle buyurmaktadır:

«Hakikaten, Allah herşeyi bilir.» (Enfal, 75)

Başka bir ayet-î kerime'de ise meâlen yine şöyle buyurmaktadır:

«Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir! Bunların hepsi bir kitapta kayıtlıdır. Kuşkusuz bu, Allah için çok kolaydır.» (Hacc, 70)

Hâfız ibn-î Kesîr -rahimehullâh- bu âyet-î kerime ile ilgili olarak şöyle buyurmakta:

"«Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir!» Gerçekten de O (azze ve celle) var olmadan önce de bilmiş, takdir etmiş ve yazmıştır. Bu Allah'ın (c.c.) ilminin kemâlindendir. Kullar işledikleri fiilleri, işlemeden önce ve ne şekilde işleyeceklerini O (c.c.) bilirdi. Yaratmadan önce bilir -ki bu kendi isteğiyle- itaat edeceği veya kendi isteği üzerine âsi olacağıdır. Bunu Kendi katında yazmış ve herşeyi (ezeli) ilmi kuşatmıştır. Bu O'nun (c.c.) için çok kolaydır. Bunun için de O, (c.c.) şöyle buyurmuştur: «...Kuşkusuz bu, Allah için çok kolaydır.» [ibn-î Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm 5/452]

Allâhu Teâlâ bu ayeti kerime'de ilminin kamilliğinden bahsetmektedir. Gerçekten de O, (c.c.) yerde ve gökte olan herşeyi ilmi ile kuşatmıştır. Yerde ve gökte ister zerre kadar birşey olsun veya isterse zerreden büyük veya daha küçük olsun, O'ndan (c.c.) hiçbir şey gizli kalmaz. Çünkü Allâhu Teâlâ mahlukâtı var etmeden önce bilmekteydi ve onu Levh-î Mahfuz'a yazmıştı.

Sahîh-î Müslim'de naklolunan bir hadîs-î şerîf'te Abdullah bin Amr bin el-As'tan -radiyallâhu anhuma- şöyle rivayet edilmekte. Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Allah mahlukâtın (kaza ve kaderini) gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce yazmıştır. Arş'ı da su üzerinde idi." [Müslim, 6919]



Kadere imanın ikinci mertebesi: Allahu Teâlâ'nın mahlukâtın kaderini önceden ezeli ilmi ile Levh-î Mahfuz'a yazmasına iman etmektir. Yâni, vuku bulmuş veya vuku bulacak, kıyamete kadar olacak herşeyi bilmesi ve en ince ayrıntısına kadar Levh-î Mahfuz'a kaydetmesi...

Allâhu Teâlâ Kitab'ında meâlen şöyle buyurmaktadır:

«Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Kuşkusuz bu Allah’a göre kolaydır.» (Hadid, 22)

Sünen kitaplarında ashâb-ı kirâm'dan -radiyallâhu anhum- nakledildiğine göre, Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

"Hiç şüphe yok ki, Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir." Ona: "Yaz!" dedi.
Kalem: "Ya Rabbim! Neyi yazayım." dedi.
Allah (c.c.):
"Kıyametin kopacağı zamana kadar herşeyin kaderini yaz! Kim kaderin hayrına ve şerrine iman etmezse, Allah (c.c.) onun ateşte yakar." diye buyurdu. [Tirmîzî, 2308, 3637; Ebû Dâvûd, 4702; Müsned, 5/317]

Kaderin ikinci mertebesi bir kaç kısıma bölünmekte.

Birinci kısım: Ezeli kaderdir. Bu daha kapsamlıdır. Vuku bulmuş veya vuku bulacak herşey Levh-î Mahfuz'a kaydedilmiştir. Yâni, yerler ve gökler yaratılmadan önce vuku bulmuş bütün olaylar, cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar herşey ve bundan sonra da vuku bulacak herşey Levh-î Mahfuz'a kaydedilmiştir.

İkinci kısım: Ömürlük kaderdir. Bu anne rahminde bir embriyo halinde iken başlar.

Abdullah bin Mes'ud -radiyallâhu anhu- rivâyet etmektedir ki; bize, doğru söyleyen, doğruluğu tasdik ve kabul edilmiş olan Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- haber verdi ve şöyle buyurdu:

“Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde pıhtı hâline döner. Sonra da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek dört şeyle; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri mi olacağını yazmakla emrolunur.” [Buhârî, 6594; Müslim, 6893]

Hadis-î şerîf'te kasdolunan bir kula kaza ve kaderin takdir olunmasıdır ve Levh-î Mahfuz'da olandan daha detaylıdır.

Üçüncü kısım: Kadir gecesinde yazılan bir senelik kaderdir.

«O gecede bizim katımızdan bir emirle hüküm ve hikmet konusu olan bütün işler ayrılır.» (Duhan, 4, 5)

Arapça da «fîhâ» (فيها)  diye zikrolunmakta. Yâni, Kadir gecesinde insanın kaderi kastolunur.

«O gece melekler ve ruh, Rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar.» (Kadir, 4)

Abdu'r-Razzak Katade'nin şöyle dediğini nakletmiştir:

Bir seneden diğer seneye kadar vuku bulacak olaylara hükmolunmakta. Yâni, bir sene zarfında vuku bulacak olaylar bu gecede (Kadir gecesinde) yazılır.

Dördüncü kısım: Günlük kader. Günlük kader de ömürlük ve senelik kaderden daha fazla tafsilat içermekte.

«Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.» (Rahmân, 29)

«...O, her gün bir iştedir.» Yâni, günahları mağfiret eder, hüzünleri giderir ve s.

Kadere imanın üçüncü mertebesi: Allah'ın istemesi (muradı). Allah'ın istediğinin vuku bulacağı, istemediği şeyin de vuku bulmayacağına iman etmektir.

Allâhu Teâlâ meâlen Kitab'ında şöyle buyurmaktadır:

«(O) dilediği şeyleri mutlaka yapandır.» (Buruc, 16)

Allah'ın istediği herşey vuku bulmaktadır ve buna engel olacak hiçbir kuvvet de yoktur.

«Bir şeyi istediğinde, O’nun buyruğu "ol!" demekten ibarettir; hemen oluverir.» (Yâ-Sîn, 82)

Allah'ın istemesi iki kısımdan ibarettir. Kevnî irade ve şer'î irade. Allâhu Teâlâ meâlen şöyle buyurmaktadır:

«Eğer Allah sizi azgınlığınızın içinde bırakmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez...» (Hûd, 34)

Allahu Teâlâ kâfirlerin sapmasını istemiştir. Bu Allah'ın sevdiği birşey mi?  "Hayır!" Lakin vuku bulmuştur. Nasıl olabilir ki, Allah (c.c.) onu sevmir? "Evet" vuku bulmuştur. "Ne için?" Çünkü, Allah'ın istemesi iki kısımdır.

Kevnî irade ve şer'î irade...

Kevnî irade şudur ki, Allah onu sevsin veya sevmesin mutlaka vuku bulur. Bu olayın vuku bulması kaçınılmazdır. Bu herşeyi kapsamaktadır. İster şer olsun, isterse de hayır. Vuku bulacak şeyin Allah'a (c.c.) sevimli olması önemli değil.

«...Allah ise bozgunculuğu sevmez.» (Bakara, 205)

«...O, kullarının küfrüne razı olmaz...» (Zümer, 7)

Allah fitne fesadı ve kullarının küfretmesini sevmez. Ama bu vuku bulur.

Şer'î irade vuku bulan veya bulmayan, ama Allah'ın sevip razı olacağı şer'î ahkam ettiği şeydir.

Allâhu Teâlâ meâlen Kitab'ında şöyle buyurur:

«Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister...» (Nisâ, 27)

Allah tevbe edilmesini ister, sever ve bu amelden razı olur.

«Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse, göğe çıkıyormuş gibi kalbine darlık ve sıkıntı verir...» (En'am, 125)

Allah istediğini rahmetiyle hidayete erdirir. Dilediğini de hikmeti gereği saptırır.

«Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.» (Enbiyâ, 23)

Yâni, Allâhu Teâlâ kamil hikmet sahibi olduğu için yaptığı fiillerden dolayı sorgu sual olunmaz. Ama mahlukâtı sorgu sual olunur.

Kulun istemesi ve kudreti:

Ehli Sünnet'e göre kulun kendi fiilerinde iradesi ve kudreti vardır. Lakin, bu Allâhu Teâlâ'nın kudreti ve istemesine muvafıktır. Kul Allâh'ın (c.c.) istemediği birşeye muktedir değildir. Bu şu demek değildir ki, kul kendi fiilinin yaratıcısıdır. Bilakis, faili de fiili de yaratan Allah'tır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

«Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.» (Saffat, 96)

Allah'ın lütfundandır ki, kuluna isteme yetkisi tanımıştır. Ama bu istek, Allâh'ın isteğine bağlıdır. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

«Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz...» (İnsan (Dehr), 30)

 Başka bir ayet-î kerime'de;

«Âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz!» (Tekvir, 29)

İki ayeti kerime'de de Allâhu Teâlâ kullarının istemesini ispat etmektedir. (Siz isteye) yâni, fiil faile isnad edilirse demek ki, o sıfatla vasıflanmıştır. Mesela, şöyle söylesek, Mehmet oruçludur. Bu fiili işlemeden Mehmet'in oruçlu olduğunu söyleye bilir miyiz? Cevaben, "Hayır!" O zaman, kulun isteği sabittir. (Ama Allâhu Teâlâ istemeyince) yâni, sizin istek ve temenniniz var, ama istek ve temenniniz Allâh'ın isteğine bağlıdır.

Dalalet ehli olan Kaderiye ve Cebriye ekolü iki farklı yöne sapmıştır. Kaderiler kulun kendi fiillerde istek ve kudretinin isbatında ifrata kaçarak; "Kader yoktur. Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır." dediler. Buna muhalif olarakta Cebriye, kulun fiillerinde ihtiyar sahibi olmadığını (cebren) söylemektedir. Kul fiillerini işlerken rüzgar önünde yaprağın bi ihtiyari kıpırdamasına denk tuttular.

Ehli Sünnet, "kulun istek ve kudreti" mevzusuna iman ve küfrü de ilave etmektedir. Nedeni ise bu kulun fiilidir ve onun karşılığını muhakkak alacaktır. Allah yaratandır, kul yaratılan; Allâh hidayet edendir, kul hidayet olunan veya sapan. Hidayet Allah'tandır, hidayete tabi olmak kuldan...

Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

«O herkes için bir öğüttür; Özellikle sizden doğru yolda gitmek isteyenler için. Âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz!» (Tekvir, 27-29)

Allah'ın izni olmadıkça kul ne hidayet bulabilir ve ne de sapabilir.

«...şüphesiz bilin ki, Allah kişi ile kalbinin arasına girer...» (Enfal, 24)

Başka bir ayet-î kerime'de;

«...Allah kimi dilerse onu şaşırtır; dilediği kimseyi de doğru yola iletir.» (En'am, 39)

Allâhu Teâlâ kimi hidayet edeceğini, kimi saptıracağını, kime rahmet edeceğini daha iyi bilir. Şu konuda Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

«...Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.» (Kehf, 49)

«Doğru yolu bulanlara gelince Allah onların bu yolda devam etmelerini sağlar ve kendilerine takvâ şuurunu bahşeder.» (Muhammed, 17)

Allah (c.c.) sapması gerekenden başkasını saptırmaz. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

«Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz.» (Bakara, 26)


Kadere imanın dördüncü mertebesi: Allâh'ın yaratmasıdır. Yani yerde ve gökte bütün mahlukatın yaratıcısının Allâh olduğuna ve Ondan başka yaratıcı olmadığına iman etmektir.

«Allah her şeyin yaratıcısıdır...» (Zümer, 62)

«...O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.» (Furkan, 2)

Her iki ayette de «كل» kelimesi ifade okunmaktadır. Bu da genel anlamı ifade eder. Nasıl ki, Allâh (c.c.) herşeyi bilmekte, aynı şekilde herşeyin Hâlıkı'dır ve Ondan başka yaratıcı yoktur.

Ehli Sünnet, kullanın fiilleri ister hayır olsun veya isterse şer, hepsinin Allah'ın mahluku olduğuna bilir ve böylece iman eder. Buna delil olarakta Kitâb-ı Mübîn'de Hz. İbrahim'in -aleyhi's-salâtü ve's-selâm- şu sözüdür:

«Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.» (Sâffât, 96)

«...sizi de, yaptığınız şeyleri de...» bu insanların amellerinin mahluk olduğuna delildir.

Sonuç olarak:

1- Halketmeden önce ezeli ilmi ile mahlukâtının ne ettiklerini bilmekte;

2- Yerleri ve gökleri halketmeden önce Kendi katında bir kitapta yazılı bulunması;

3- Allâh'ın ilminden hiçbir şeyin gizli kalmadığı ve O'nun dilemesi dışında hiçbir şeyin olmayacağı;

4- O mahlukatını nasıl yaratmışsa, onların fiillerini de öylece halketmiştir ve Ondan başka yaratıcı yoktur.

 «...Duâları da, "Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun" diyerek son bulur.» (Yûnus, 10)

Yazdı: Ebu'l-Fadl el-Âzerî

Hiç yorum yok: